Yıllar önce İtalya’ya seyahat etme şansı bulup Roma, Floransa ve Venedik’i gezmiştim. O dönemlerde Rotabu aktifliğim olmadığından maalesef rotalarım yok ama manifestleyelim hep birlikte, tekrar gitmek kısmet olsun çok isterim. Milano ile birlikte ilk akla gelen İtalyan şehirlerini gezmiş olan biri olarak söyleyebilirim ki evet Milano hepsinden farklı bir İtalya çiziyor bize. Farklı olması kötü olması anlamına ya da “bu şehirde hiçbir şey yok” anlamına asla gelmiyor. Böyle yorumları görmek beni çok şaşırtmıştı ve anlam yüklememiştim açıkçası, gidince de böyle düşünenlerin şehirdeki güzellikleri göremediğini anladım. Milano bambaşka dokuda bir şehir ve birlikte keşfettiğimizde seveceğinize eminim!

MİLANO TARİHİ & MİMARİSİ

İtalya’nın tarihi dokusu ve modern çekiciliğini bir arada yaşatan şehrine yolculuk ettiğinizi bilmenizi isterim öncelikle. Milano, Antik Roma döneminden günümüze uzanan bir tarihe sahip ve bu tarih birçok medeniyetin izleriyle dolu. mÖ 600’lere uzanan tarihinde buraya ilk yerleşenler Keltler olmuş, sonra Romalılar fethederek burayı ticari merkez olarak konumlandırmış. Roma, Floransa’dan farklı olmasının sebeplerinden biri de bu aslında, odağı farklı. Orta Çağ boyunca da Sforza, Visconti gibi aileler tarafından yönetilmiş. Şimdilerde şehirde büyük kaleler, saraylarda gördüğümüz isimler işte bu ailelerden geliyor zaten. Floransa’nın Medicisi, Milano’nun Sforza’sı bir nevi yani 🙂 II. Dünya Savaşı ile darbeler alan şehir savaş sonrası yapılanmasıyla daha modern bir dokuya evriliyor. Yani bizler II.Dünya Savaşı öncesinden ayakta kalan tarihi yapılarla birlikte gelişen modern şehir dokusunu keşfediyoruz şimdilerde.

Her ne kadar modern dokuda olsa da mimari açıdan önemli bir çeşitliliğe sahip olduğunu unutmamak gerek. Roma döneminden kalan antik yapılar, Rönesans ve Barok tarzındaki saraylar, gotik katedraller şehrin tarihini simgeliyor.  Bu zengin tarihi doku ve mimari yapılar sayesinde Milano dünya çapında önemli bir turistik ve kültürel merkez haline gelmiş diyebilirim.

MİLANO’YA NE ZAMAN GİDİLİR & KAÇ GÜN KALMALI?

Bu sorunun cevabı aslında çok kişisel fakat kısıtlı zamanlarda seyahat planlamak zorunda kaldığımız için merak edileceğini biliyorum. Bu nedenle kendimce cevaplamaya çalışıyorum her yazımda. Kişisel tercihler, ziyaret amacı, görülmek istenen yerlere göre değişkenlik gösterse de şehri genel hatlarıyla keşfetmek, önemli yerleri görmek ve lezzetli İtalyan yemeklerini denemek için 3 gün ayırmanızı öneririm. Eğer Como’yu görmek de planınıza dahil olacaksa 4 günlük bir seyahat planlayabilirsiniz. Genellikle 2 gün yeterli yorumları görüyorum fakat ben biraz gittiğimize değsin, daha az koşturmalı ve keyif almalı plan olsun düşüncesinde olduğumdan minimum 3 gün ayırmanın makul olacağını düşünüyorum. Ben 3 gece konaklamalı bir seyahat planlayabildim. Aslında daha uzundu ama farklı sebeplerle bilet revizesi yapmak zorunda kaldım. Bu seyahatin yarım gününü Como’yu ziyaret etmeye ayırdım, onun dışında tamamen Milano odaklıydık.

Milano’ya ne zaman gidilir sorusuna gelecek olursam, yıl boyunca ziyaret etmeye oldukça müsait şehirlerden olsa da yağmurlu dönemlerde gezmenin oldukça zor olduğunu düşünüyorum. Haziran ve Ağustos yani yaz aylarında fazla sıcak ve kalabalık olacağı aşikar. Dolayısıyla ben bu aylarda böylesine merkez şehirlere gitmeyi pek mantıklı bulmam. Bunun yanı sıra sonbahar ve ilkbahar ayları en tatlı seyahat dönemleri olur bence. Eylül, Ekim, Kasım ya da Mart, Nisan, Mayıs aylarında yağmursuz günlere denk geldiğinizde seyahatin ekstra güzel geçeceğini düşünüyorum. Kış aylarında seyahati ise bence cazip kılan tek şey noel dönemi oluyor. Bu dönemde gösterişli olmayı zaten seven ve bilen Milano emimin ki çok şık manzaralar sunacaktır.

Milano fazlaca festivale ev sahibi ama en önde gelen ve tüm şehri hatta dünyayı buraya getiren “Milano Fashion Week” ekstra önemli bir hafta diyebilirim. Genellikle mart ayının başında düzenlenen moda haftası şehirde görsel bir şölen olsa da ekstra kalabalık olacağından gitmek istediğiniz yerlerde rezervasyon yaptırmak gibi konular da oldukça zor olacaktır. Belki seyahat edeceğiniz dönemi planlarken bu bilgi de faydalı olur diye düşünerek eklemek istedim.

Hangi mevsimde, ayda gidiyor olursanız olun seyahatinizi mümkün mertebe güzel geçirmeye odaklanın, gerisini Milano’ya bırakın kendisini size sevdirecektir 🙂

MİLANO NEREDE, NASIL GİDİLİR?

Milano İtalya’nın kuzeyinde, Lombardiya bölgesinde yer alıyor. Restoran araştırmalarınızda “tipik Lombardiya restoranı” yorumlarına denk gelebilirsiniz. Artık bunun bulunduğu bölgeden geldiğini bilerek devam edebilirsiniz. Milano İsviçre sınırına oldukça yakın hatta Alp’lerin eteklerinde yer alan bir şehir olduğundan gördüğünüz dağ manzaraları Alp’ler olacak. Aynı zamanda Avrupa’nın en büyük göllerinden biri olan Como Gölü’ne de oldukça yakın konumda. Bu sebeple de Milano’ya her gelen Como’ya da uğramadan dönmüyor gibi bir şey 🙂

Milano’ya İstanbul’dan giderken en hızlı seçenek elbette hava yolu olduğundan bu seçeneğin detaylarına değineceğim. Milano’ya gitmek için inişi yapılabilecek 3 havalimanı bulunuyor; Milano Malpensa Havalimanı (MXP), Milano Linate Havalimanı (LIN) ve Milano Bergamo Orio al Serio Havalimanı (BGY) havalimanları. Lowcoast havayolu firmalarımız tabii en uzağa uçmayı sever malum:) o yüzden de Bergamo’da bulunan Milano Bergamo Orio al Serio Havalimanı (BGY)’na iniş yapan bir uçakta olmanız kuvvetle muhtemel. Ama endişeniz olmasın buraya indikten sonra havalimanından çıkınca hemen göreceğiniz otobüslerle Milano ana tren istasyonuna yaklaşık 1 saatte varacaksınız. Bu otobüs yolculuğu 12 euro. Dilerseniz online olarak da biletinizi alabilirsiniz fakat hiç ihtiyaç olacağını sanmıyorum yoğun dönemlerde gitmiyorsanız. Birçok firma sıralanmış şekilde duruyor ve hemen kalkışlı olana binip gidiyorsunuz. Biraz Türkiye’ye geri gelmişiz gibi hissettiğimizi de söylemeden geçemem bu noktada:D Eğer Milano merkeze yakın havalimanlarında inerseniz zaten direkt trenle şehir merkezine geçebilirsiniz.

ŞEHİR İÇİ ULAŞIM İÇİN ARAÇ KİRALAMAK GEREKİR Mİ?

Milano’nun tarihi merkezi ve önemli turistik noktalar yaya olarak erişime oldukça uygun. Bunun yanı sıra şehirde her sokak görülmeye keşfetmeye değer olduğundan yürüyerek erişimi öneriyorum. Şehir merkezinde araç park etme sorun haline geleceğinden dolayı işleri kolaylaştırmak yerine zorlaştıracaktır. Bu nedenlerle araç kiralamanın ihtiyaç olmadığını söylemem mümkün. Üstelik Milano’da toplu taşıma oldukça yaygın, birçok turistik noktaya ve önemli yere metro ile kolayca ulaşabilirsiniz. Biz neredeyse tüm seyahat boyunca yürüdük. Eğer günlük rotanızı planlarken birbirine yakın yerleri aynı güne alırsanız yürüyüşler hep aynı bölgede kalıyor. Hem çok yorulmadan hem de sokakları keşfetmeli bir yürüyüş rotasında oluyorsunuz bu sayede. Dolayısıyla araç kiralamayı zorunlu kılan bir şehirde olmadığınızı rahatlıkla söyleyebilirim.

ŞEHİR İÇİ ULAŞIMDA TOPLU TAŞIMA KULLANIMI

Milano’da araç kiralamaya gerek yok ama bazen günü daha az yorgun geçirmek için metro kullanmanız gerekebilir. Bu nedenle ufak bir bilet çeşitlerine değinmek istedim. Temelde tek yönlü ve saatlik biletler olarak özetlenebilir aslında:

  • Single Journey Ticket (Bilet Ordinario): Tek yönlü bir metro veya otobüs yolculuğu için kullanılan bilet türü. Bu biletin geçerlilik süresi, ilk kullanımdan itibaren 90 dakika, aktarmalar için kullanabilirsiniz.
  • 24-Hour Ticket (Bilet Giornaliero): 24 saat boyunca sınırsız metro, otobüs ve tramvay kullanımı sağlayan bir günlük bilet türüdür. Gün sonu bitmez, sizin bileti ilk kullanımınızdan sonra 24 saat başlar. Dolayısıyla sistematik bir başlangıç yaparsanız seyahat boyu 1 kere bundan alıp başka ulaşım kartına gerek kalmadan maksimum verim alırsınız:)

Milano’da ve aslında çoğu Avrupa şehrinde biletleri metro gişesi veya otomatlardan almak en pratik yöntem. Biz de hep bu şekilde aldık, Türkiye’deki gibi yani. Buradaki kritik ve farklılaşan nokta bileti aldıktan sonraki kısımda başlıyor aslında. Klasik turnikelerden geçerken bileti turnikeye yerleştiriyorsunuz sonra bilete geçişiniz işleniyor ve turnike geçişiniz için açılırken bileti size geri veriyor, alıp devam ediyorsunuz. Bu da çok pratik ve direkt adapte olacağınız bir düzen fakat bazı yerlerde böyle turnikeler olmayabiliyor. O zaman da trene, metroya binmeden kartınızı okutmanız için kart makineleri, kiosk gibi şeyler oluyor. Orada okutup trene biniyorsunuz. Eğer görevliler trende bakarsa bu şekilde geçişinizi işletmiş olduğunuzu görmeleri gerek. Biletimiz var mantığıyla giriş yapmayın yani, ceza yazabilirler. Aklınızda olsun diye belirtmek istedim.

MILAN CARD ALMAK GEREKLİ Mİ?

Yukarıda bahsettiğim ulaşım seçenekleri yanında bir de Avrupa’da birçok şehirde ulaşım ve turistik önemli noktalar ile müzeleri gezerken avantajlı fiyatlar sunan “city pass, city card” gibi isimlerle görebileceğimiz turistik fırsat kartları oluyor. Milano’da da “Milano Card” ismiyle bu imkan sunulmuş. Peki Milano Card’ın imkanları neler onlardan bahsedeceğim. Böylece karar vermeniz biraz daha kolaylaşır belki.

Milano Card, şehirdeki birçok turistik mekana ücretsiz ya da indirimli giriş imkanı sunan bir kart. Ayrıca, Milano’nun toplu taşıma sisteminin demirbaşları olan metro, tramvay ve otobüsleri de ücretsiz olarak kullanma imkanı sunuyor. Bu kart aynı zamanda havaalanı transferleri, müze ve galerilere girişler gibi birçok avantajı da içeren seçeneklere sahip. Seçeneklere diyorum çünkü birkaç türü var, kapsadığı imkanlar ve gün sayısı arttıkça fiyat da değişiyor tabi. Detaylıca incelemeniz için resmi web sitelerini ekliyorum. Karar verdikten sonra buradan da satın alabilirsiniz. Hatta mobil uygulama da geliştirmişler, daha pratik bir kullanım sunacağı için bakmanızı öneririm.

ŞEHİRDE İNTERNET KULLANIMINIZ İÇİN ÖNERİM: E-SİM UYGULAMASI

Son dönemde seyahatlerimi planlayıp paylaşırken en çok aldığım sorulardan biri internet ile alakalı olduğu için instagram üzerinden sıklıkla bu konuda hatırlatma yapıyorum. Bu kez burada da detaylıca bahsetmek istedim. Ben yurtdışı seyahatlerimde e-sim uygulaması olan Airalo’yu kullanıyorum. Herhangi bir iş birliğimin olmadığı tamamen hayatımı kolaylaştırmasından sebep sizinle paylaştığım bir uygulama olduğunu da eklemek isterim.

Airalo telefonunuza indirdiğiniz bir uygulama üzerinden aldığınız bir elektronik sim kartı aslında. 200’den fazla şehirde kullanılabiliyor. Kopenhag da onlardan biri tabii. Uygulama içerisinde 1 GB, 5 GB gibi farklı boyutlarda interneti satın alabiliyorsunuz. Satın alma işleminden sonra telefonunuza kurulumunu yapmanız gerekiyor. Bu kurulum da oldukça basit şekilde uygulamada anlatılıyor. Kolayca erişmeniz için buraya detaylı video ve anlatım linkini bırakıyorum.

Bu e-sim sayesinde havaalanında uçaktan iner inmez uygulamayı aktif hale getirip interneti kullanmaya başlıyorum. Otele ulaşırken internet bulmaya çalışmak, gittiğim yerlerde internet için bir hat vs aramak gerçekten can sıkıcı oluyordu onu çözmüş oldu. Zaten bu e-sim uygulaması o ülkedeki şehirdeki internet hizmetlerinden faydalanıp en iyi olanları sunuyor. Bir de diğer iyi yanı şu, kendi numaramı kullanmaya devam ederek internetten faydalanıyorum. Biliyorsunuz bazı yerlerde hat almanız falan gerekiyor ki cidden uğraşılması zor ve karışık bir durum. Airalo’yu bir kere kurmanız yeterli bu arada, sonraki seyahatler ekstra kolaylaşıyor süreç.

Son olarak eğer airalo uygulamasını kullanmaya başlayacaksanız buradaki link üzerinden telefonunuza indirebilirsiniz. Kaydolurken ve ödeme adımında BURCU3227 kodunu kullanırsanız hem siz hem de ben 3 $ kazanıyoruz. Bu uygulamayı indiren herkese tanımlanan bir kod. Siz kaydolduktan sonra size de tanımlanacak siz de arkadaşlarınızla dilerseniz kendi kodunuzu paylaşabilir ve tavsiye ödülü alabilirsiniz. Eğer benim tavsiye kodumu kullanarak kaydolursan da şimdiden çok teşekkür ederim:)

KONAKLAMA İÇİN ÖNERDİĞİM BÖLGELER HANGİLERİ? NEREDE KONAKLADIM?

Milano’da konaklamak için birkaç farklı bölge ve semt önerisinde bulunacağım. Bu önerileri kendi ihtiyaçlarınız ve tercihleriniz doğrultusunda değerlendirirseniz sizin için en iyisini seçersiniz diye düşünüyorum.

İlki tarihi merkez olan Duomo ve çevresi. Burası ikonik tarihi yapıların olduğu şehrin kalbi olan bölge olduğu için lüks ve butik konaklama seçenekleri öne çıkıyor. Çok az günümüz var ve turistik lokasyonlara yakın olmak istiyorum diyenlere önerebilirim.

Brera ve Navigli bölgeleri daha sanat galerileri odaklı ve canlı bölgelerden. Navigli merkeze biraz daha uzak, Brera merkezle daha iç içe noktalardan. Özellikle restoran ve kafe anlamında da Brera bölgesi daha mutlu edici ve ulaşımı kolay seçenekler sunuyor diyebilirim.

Tam olarak Duomo merkezde olamam ama çok da uzaklaşmak istemiyorum diyenler Corso Como ve Porta Garibaldi bölgelerine bakabilir.

Son olarak da gelelim benim tercih ettiğim “Centrale” bölgesine, “Stazione Centrale” adıyla da görebilirsiniz. Burası Milano’nun ana tren istasyonunun olduğu bölge. Ayrıca Bergamo Havalimanı’na geliş ve gidişlerde bindiğimiz otobüslerde bu alanda duruyor. Dolayısıyla ana ulaşım konusunda oldukça pratik bir noktada. Şehrin merkezinden uzaklaştığınız için de konaklama konusunda fiyatlar bir nebze iyileşiyor.

Biz bu sebeplerle bölgeye yoğunlaşıp ev tipi bir konaklama seçeneği sunan Numa Stays’ in Loreto Apartmanı’nı tercih ettik. Milano’da tren istasyonuna yakın olan konaklamamız orta avlulu klasik bir İtalyan binasında kalma imkanı bulmamızı sağladı. Bu bölgede böylesine iyi bir konaklama seçeneğini gizlendiği yerden çıkardım diyebilirim. Sabah erkenden kahvemi yapıp yemyeşil avluya bakarak sakin birkaç dakika geçirmek güne harika başlamamı sağladı. Evin minimal tasarımı sayesinde de kendimi tam anlamıyla evimde gibi hissettim. Ayrıca evin yakınlarında da keşfedilesi mekanların oldukça fazla olduğunu söyleyebilirim. Evin 10-15 dakika yürüme mesafesinde bulunan mekanları deneyimlediğiniz, evden çok uzaklaşmadığınız 1 gün geçirmek isterseniz bu videodaki mekanları tercih edebilirsiniz.

Sizin de Milano seyahatiniz için burayı değerlendirip aynı deneyimi yaşamanızı isterim. İster Milano’da isterseniz de birçok Avrupa şehrinde seyahatiniz için Numa’yı değerlendirebilirsiniz. Barselona, Viyana, Kopenhag gibi birçok şehirde kendilerini görebilirsiniz. Daha detaylı bilgi için bu linke tıklayarak odaları ve fiyatlarını inceleyebilir, 2 gün ve üzeri konaklamalarınız için “BURCUNUMA15” kodunu kullanarak %15 indirimden de faydalanabilirsiniz.

MİLANO’NUN ÖNE ÇIKAN MAHALLELERİ

Milano mahalleleri farklı yönleri ve deneyimleri ortaya çıkarıcak şekilde bölünmüş sanki, ya da insanlar yaşam şekillerine göre mahalleye yön vermiş desem daha doğru olur. Bazen gezerken mahalle mahalle gezmek isteyenler de oluyor, ben biraz onu da düşünerek bu bölümü yazıyorum. Bakalım bakalım Milano’da hangi mahalleler öne çıkıyormuş:

  1. Duomo Merkez: Şehirlerin olmazsa olmaz merkezleri, eski tarihi merkez. Ünlü Duomo Katedrali’ne ev sahipliği yapmasıyla öne çıkan mahallede yine birçok tarihi ve önemli turistik yapı da bulunuyor. Galleria Vittorio Emanuele II gibi hem tarihi hem de alışveriş yapısı olmasından sebep mahalle alışveriş, tarih ve kültürel noktaların birleşimi durumda.

 

  1. Brera: Son dönemde şehrin yükselen bölgelerinden olmayı başaran sanat galerileri, antikacılar ve butiklerle dolu mahallesi. Gitmek için not ettiğiniz birçok şık restoranın da burada öbeklendiğini görebilirsiniz. Sanat, kültür ve tarih dolu bir mahalle olarak geçse de birkaç sokaktan oluşan küçük bir alan burası. Mahallenin çevresinin de Brera kültüründen etkilenerek değişme eğiliminde olduğunu gözlemledim.

 

  1. Navigli: Navigli Kanalı’nın geçmesinden dolayı ünlenen bu bölge hem gündüz hem de akşam saatlerinde oldukça canlı bir atmosfere sahip. Kanal boyunca birçok bar ve restoran olması bu da bu hareketliliği sağlıyor. Herkes bu bölgeden çok etkileniyor ama bana sorarsanız büyük beklentiyle gitmeye gerek yok. Milano merkezine yürüme mesafesi de epey var. Eğer gün sayınız azsa bu bölgeye gelmekle vakit kaybetmemenizi önerebilirim ama seçim sizin elbette.

 

  1. Isola: Burası da şehrin son dönemde parlayan mahallelerinden biri Isola. Daha hipster temalı bir mahalle, bolca graffiti görmeye başlayınca neredeyim ben diyebilirsiniz. Daha genç, dinamik bir atmosferi var. Brera’nın üst mahallesi gibi düşünebilirsiniz. Yine mutlaka görün diyeceğim bir alan değil bana sorarsanız. Sanat galerileri, kafeler yine bu mahallede de bolca var. Zaten bu durum artık Milano geneline yayıldığından ekstrem kalmıyor.

Eğer Floransa açık hava müzesiyse, Milano da modern sanat müzesinin şehir olmuş hali bence. Her mahalle ufak ufak farklılıklarla birbirinden ayrışsa da Milano’nun o sanat ruhu, şık hali, tarihi dokularla harmanlanmış şekilde kendini göstermenin bir yolunu buluyor.

MİLANO GEZİLECEK YERLER

Birçok kişinin aksine söyleyebilirim ki Milano’da gezip görecek yer oldukça fazla. Burası İtalya yahu, Rönesans ülkesindeyiz, nasıl görülecek pek de bir şey yok denilebilir. Kendinize gelin 😀 Görebildiğim ve sizin de görmenizi önerdiğim tüm tarihi & mimari yapıları kısa kısa bilgilerle özetlemeye çalıştım. Hepsi kısa süreli seyahatte dahi görebileceğiniz yerler, çünkü hepsi birbirine oldukça yakın yol üzeri konumdalar, endişeniz olmasın. Görülmeyen de görülmesin, başka zamana kısmeti vardır belki.

Duomo di Milano: Gotik mimarinin en muhteşem örneklerinden biri olan Duomo, 1386’da inşa edilmeye başlanmış ve tamamlanması 600 yılı aşkın bir süre almış. İtalya’nın en büyük katedrali olarak, şehrin siluetinde görkemli bir şekilde yükseliyor. Zaten görülmemesi imkansız ama listenizin ilk sırasında olsun. Katedralin hem içini gezmesi hem de şehir manzarası sunan terasına çıkması ücretli. Biletleri gitmeden buradan almanızı öneririm. Özellikle yaz aylarında uzun sıralar beklememek için mantıklı bir adım olacaktır.

Gallerie Vittorio Emanuele II: 1867’de açılan bu tarihi alışveriş galerisi, lüks mağazaları, kafeleri ve muazzam kubbesiyle herkesi büyülemeyi başarmış. İtalyan mimarisinin zarafetini en iyi yansıtan yapılar arasında yer alıyor. Bu sebeple de sadece bir alışveriş merkezi olmanın çok ötesinde.

Castello Sforzesco di Milano: Milano’nun en büyük kalelerinden biri olan bu yapı, şehrin tarihi ve kültürel mirasının önemli bir simgesi. Büyük taş duvarlar, yüksek kuleler ve güçlü kapılarıyla zamanında koruma amaçlı hizmet veren bu kale şimdilerde o tarihi atmosferi hissetme imkanı sağlıyor. Kocaman iç avlusu da heykellerle dolu olduğundan iç kısımdaki müzesini gezmeseniz dahi kendinizi bir nebze açık hava müzesinde hissedebilirsiniz. Biz gittiğimizde Leonardo da Vinci tarafından fresklerle süslenmiş odanın olduğu alan tadilatta olduğundan kapalıydı bu nedenle müze kısmını gezmeden sadece ücretsiz girişi olan kale ve avlu bölümünü gezmiştik. Eğer müzeyi gezmek isterseniz buradan detaylı bilgi alarak giriş yapabilirsiniz.

Arco Della Pace Milano: Napolyon’un zaferini kutlamak için inşa edilen bu zafer anıtı, Milano’nun şehir siluetine etkileyici bir dokunuş sağlamış. Anıtın üst kısmında Roma mitolojisinden ilham alınarak yapılan kabartmalar bulunuyor. Bu işlemelerin önemli ortak özelliği de barış ve zafer temalarını işlemesi. İtalyan kralları ve tarihte önemli yere sahip kişilerin portreleri de yer alıyor. Sempione Parkı’nın girişinde – ya da sonunda – olduğundan dolayı bu bölgede anıt manzaralı bir noktada oturup park dinlenmesi hatta yazın burada da oldukça popüler olacağını düşündüğüm piknik keyfi yapabilirsiniz belki.

Santa Maria Delle Grazie: Ünlü “Son Akşam Yemeği” freskosuna ev sahipliği yapan bu kilise, Leonardo da Vinci’nin muazzam eserine ev sahipliği yapıyor.

Piazza Sant’Alessandro: Bu meydan, tarihi yapıları ve atmosferiyle Milano’nun gözde buluşma noktalarından biri. Benim de oldukça keyifli bir saatine denk gelip insanların keyifle halini izlediğim meydanlardan oldu. Çok sevdim burayı. Meydandaki küçük dükkandan espresso ya da aperol alıp meydandaki sandalyelerde oturan italyanların arasına karışabilirsiniz. Tabii bu meydanı meydan yapan da yine büyüleyici bir kilisenin varlığı. Chiesa di Sant’Alessandro!

Basilica di Sant’Eustorgio: Aziz Peter ve Aziz Paul’un mezarlarının bulunduğu bu tarihi bazilika, Milano’nun en eski ve en önemli kiliselerinden biri. İçerisi beklentimin üzerinde güzeldi, gezmenizi öneririm.

Naviglio Grande: Milano’nun önemli bölgelerinden Navigli’nin adı aslında onu çevreleyen önemli kanal Navigli’den geliyor. Bu tarihi kanal renkli binalar, restoranlar ve kafelerle çevrili olduğundan Milano için görülecek duraklardan biri olmuş durumda.

Brera Botanical Garden: 1774 yıında Avusturya İmparatoru tarafından tıp fakültesi öğrencileri için botanik öğrenme alanı tasarlanan bu bahçe bugünlerde ender bitki türleri buluanan botanik koleksiyonlarına ev sahibi. Şehirden uzaklaşmak isteyenler için de bitkilerle çevrelenmiş bir bahçe. Burada yaşasam sıklıkla kaçıp gelirdim.

Basilica di San Lorenzo: Roma İmparatoru I. Constantine tarafından inşa edilen bu bazilika, mimarisi ve tarihi ile görülmeye değer bir yapı. Çevresindeki Roma döneminden kalma antik sütunlarla bu alan tarihte yolculuğa çıktığınız bir meydana dönüşmüş durumda. Bulunmaktan keyif aldığım bir yer olmuştu.

Palazzo Giureconsulti: 16. yüzyıldan kalma bu muazzam saray, Milano’nun ticari ve idari geçmişine ışık tutan tarihi bir yapı. Şimdilerde içeride özel sergiler, toplantılar, etkinlikler düzenleniyor.

Palazzo della Ragione: Gotik mimarisiyle dikkat çeken bu yapı, bir zamanlar Milano’nun ticaret merkezi olarak da kullanılmış. Sütunlar ve kemerli bölümleriyle de ilgi çekici.

Piazza Mercanti: Orta Çağ’ın kalıntılarıyla dolu bu meydan, Milano’nun tarihi ve kültürel mirasının önemli bir parçası. Yukarıda bahsettiğim 2 tarihi sarayla çevrelenerek ortaya çıkan meydanda açık hava sergi ve konserleri de düzenleniyormuş. Belki denk gelirsiniz.

Teatro Alla Scala: 18. yüzyıldan kalma bu dünyaca ünlü opera binası, opera severler için Milano’nun kültürel merkezi. İtalyan opera geleneğinin de bir nevi merkezi kabul ediliyormuş. Tarih boyunca birçok restorasyon geçirmesine rağmen orjinaline sadık kalınmaya önem verildiğinden ilk günkü gibi diyebiliriz. Binanın dış cephesindeki klasik ve zarif tarzın içeride de devam ettiğine eminim.

Statua di Leonardo da Vinci: Leonardo da Vinci’yi temsil eden bu heykel, sanatçının şehre olan katkılarını ve önemini simgeliyor. Yapımı 13 yıl süren bu heykel 1872’de tamamlanmış. Teatro alla Scala’nın yanında, Ambrosiana Kütüphanesi’nin önünde, Galleria Vittorio Emanuele II’nin karşısında konumlanan heykel aslında Leonardo’nun Milano’nun merkezi olarak belirlediği sessiz köşeymiş. Milano, Leonardo da Vinci’ye saygısını bu heykelle taçlandırıp O’nu gelecekle buluşturmaya devam ediyor.

Emimim ve biliyorum ki, Milano’da çok daha fazla tarihi, mimari yapı ve eser görülmeye değerdir. Ben kendi görebildiklerimi ve öne çıkanları size anlattım. Yürüyüş güzergahınızı bu yapıları görecek şekilde oluşturabilirsiniz.

MİLANO MÜZELERİ

Milano modern sanat müzeleriyle dopdolu bir şehir. Eğer gün sayınız fazlaysa planınıza alıp ilginizi çekenleri ziyaret etmenizi öneririm. Öne çıkan birkaç müzeye birlikte bakalım.

The Last Supper Museum: Leonardo da Vinci’nin ünlü eseri “Son Akşam Yemeği”nin bulunduğu bu müze, sanat tarihinde bir kilometre taşı. Buradan bilet alabilirsiniz. Fakat baştan söyliyim bilet bulması oldukça zor. Ben sanırım 3 hafta önceden durumun zor olduğunu kavrayabildim:D Ne kadar baksam da maalesef gideceğimiz tarihe uygun saatler için bilet bulamadım. Belki de rehberin başına “şimdi bırakın her şeyi de buraya bilet bakın önce” 😀 demeliyim.

Pinacoteca di Brera: Burası da Milano’nun en ünlü sanat galerilerinden biri ve 19.yüzyıldan önceki döneme ait birçok İtalyan ustasının eserlerini barındırıyor. Eserler kadar önemli olan diğer kısım ise bu galerinin Brera Sarayı’nda bulunması elbette. Bu saray da neoklasik tarzıyla Milano’nun tarihi ve sanatını yansıtan önemli eserlerden biri.

Milano’da ücretsiz gezme ihtimalinizin yüksek olduğu 3 önemli müzeye değineceğim. Bu müzeleri unutmamak için buradan ilgili özet videomu kaydedebilirsiniz. Ben detayları anlatıyorum size:

Museo del Novecento: Milano’nun sanat tarihini keşfetmek için mükemmel bir nokta olan bu müze, 20. yüzyıl İtalyan sanatının zengin koleksiyonlarına ev sahipliği yapıyor. Bölgesel sanat akımlarını ve ünlü sanatçıların eserlerini burada bulabilirsiniz. Ayrıca müze son dönemde üst katından Duomo manzarası sunması sebebiyle de oldukça fazla ziyaretçi çekiyor. Müzeyi gezdikten sonra bu manzarayı görmek için en üst kata çıkmayı da unutmayın. Müzeye giriş 5€. Eğer her ayın 1. ve 3. salı gününe denk gelen günlerde oradaysanız müzeye giriş ücretsiz. Yine de web sayfalarından kayıt oluşturup ziyaret saatinizi seçmeniz ve bilet almanız gerekiyor. Buradan detaylıca inceleyip bilet alabilirsiniz. Ayrıca her ayın ilk pazar günü de müze ücretsiz. Dolayısıyla bu günlere denk gelirsiniz mutlaka değerlendirin.

Galleria D’arte Moderna: Milano’nun eski ve modern sanatın harmanlandığı bir koleksiyonunu sunan, neoklasik tarzıyla dikkat çeken bir müze. Daha çok 19.yüzyıldan 20.yüzyılın başlarına kadar olan döneme odaklanan eserler bulunuyor. Ayrıca müze sadece içindeki eserler değil bulunduğu konum itibariyle de önemli. Müze, Neoklasik tarzın önemli eserlerinden biri olan Palazzo dell’Arte’da yer alıyor. Bu müze de her ayın ilk Pazar günü ile, 1. ve 3. salı gününe denk gelen günlerde 14.00 sonrası için ücretsiz giriş imkanı sunuyor. Detayları buradan inceleyerek bilet alabilirsiniz.

Museo Castello Sforzesco: Tarihi ve mimari açıdan Milano’nun önemli sembolik yapılarından olan Sforza kalesi içinde yer alan müzede Antik dönemlerden Rönesans ve Barok dönemlerine kadar birçok sanat eserine ev sahipliği yapıyor. Michelangelo ve Leonardo da Vinci’nin son eserleri de bulunduğu için birçok kişinin gezmek istediği müzeler arasında. Fakat bizim gittiğimiz dönemde bu bölümler tadilattaydı. Gitmeden kontrol etmenizde fayda olduğunu hatırlatmak isterim. Bu siteden inceleyebilir, bileti de buradan online olarak satın alabilirsiniz.

Bölümü kapatırken son bi not olsun size, geniş merdivenler, sade ve simetrik tarzda yapılar, geniş kolonlar, büyük kemerli yapılar eski Yunan ve Roma mimarisinden esinlenen Neoklasik tarzı yansıtan birkaç küçük detay. Siz de bu tarihi yapıları ve müzeleri gezerken bu mimariyi simgeleyen özellikleri fark ederek gezerseniz daha etkileyici gelebilir.

MİLANO YEME İÇME ÖNERİLERİ

Konumu itibariyle kuzey İtalya mutfağının özelliklerini yansıtan Milano’da sokak yiyeceklerinden fine dining’e kadar geniş bir yelpazeye uzanmak mümkün. Moda dünyasının merkezi olmasından dolayı mı bilmiyorum ama şehirdeki şıklık resmen kafelere, pastanelere, restoranlara da yansımış durumda.

Kısıtlı zamanımız da olsa farklı kategorilerde yeme içme mekanlarını deneyimlemeye çalışıyoruz. Bir gün şık bir restoran deneyimliyorsak diğer gün geleneksel bir durakta olmayı tercih ediyoruz. Bunu da odaklarına aldıkları ürünlere göre farklılaştırmaya çalışıyoruz. Böylece şehrin öne çıkan lezzetlerini ve farklı ortamlardaki ambiyansları yaşamış oluyoruz. Size kendi deneyimlediğim mekanları anlatırken bir yandan da aklımda kalan gitmek istediğim yerleri paylaşacağım. Böylece size de alternatif fikir sunmuş olurum.

Kahve & pastane: Söz konusu İtalya olunca ben konuya kahveyle giriş yapmak istiyorum. İtalya’nın genelinde hakim olan kahve kültürünün önemli kısmı barda kahve seramonisi diyebilirim. Kahveniz hazırlanırken izlemek, ayak üstü kahve içmek İtalyan kültürünün önemli bir parçası haline gelmiş. Önce yiyecek içeceklerinizi seçip kasada ödeme yapıyorsunuz. Fişinizi barmenlere veriyorsunuz ve kahvenizi hazırlayıp servis ediyorlar. Ayak üstü barda içmenin ücreti de masada oturarak içmeye göre daha uygun oluyor. Oturma ücreti İtalya’da çok yaygın, aklınızda olsun.

Bu kısa bilgiden sonra kahve & pastane konseptinde deneyimlediğim mekanlara tek tek bakalım:

Giacomo Coffee: Milano’nun merkezinde, Palazzo Reale di Milano sanat müzesinin iç avlusunda bulunan Giacomo, vintage ve şık bir İtalyan barı konseptine sahip. Sabah cappucino & kruvasan eşliğinde güne başlamak için değerlendirmenizi öneririm. İtalyanların uğrak noktası olduğundan sabah saatlerinde bar bölümü oldukça kalabalık oluyor tabii ama buranın tadı da öyle çıkıyor bence. Rezervasyon uygulamaları yok, her gün 08.00-20.00 arası açık.

Konumu işaretli olsa da müzenin bir bölümü sanıldığı için bulmakta zorlanılıyor. Gitmeden bulmanızı kolaylaştıracak bu videoyu izleyebilirsiniz.

Marchesi 1824: Marchesi ailesi tarafından 200 yıl önce kurulan bu pastane Milano’da 4 lokasyonda hizmet veriyor. Bu denli köklü bir pastane olunca Via S. Maria üzerindeki ilk şubelerini deneyimlemek istedik. Espresso yanına aldığım küçük tatlılarını tamamen hislerime güvenerek seçtim diyebilirim, çok güzellerdi, fıstıklı ve çikolatalılardı! Son gün dönmeden de Galleria içindeki son şubesine uğradık. Aynı dokuyu daha şık bir şekilde sundukları bu şube de çok güzeldi. Bu kez tiramisu eşliğinde kahvemizi içtik. Her gün 07.30-21.00 saatleri arasında açık olan Marchesi’ye sabah ya da günün farklı saatlerinde uğramanızı öneririm.

Gelsomina: Milano’da en iyi pastane ürünlerini burada yediğimi rahatlıkla söyleyebilirim. Fıstık dolgulu kruvasan, pain a chocolate, fıstık dolgulu maritozzo ile cappuccino aldık. Maritozzo İtalya’ya özgü tatlılardan biri. O yüzden buraya geldiğinizde denemenizi öneririm. İyi bir versiyonunu yedik ve çok sevdik. İçinde krema olan tatlı brioche ekmeği olarak düşünebilirsiniz. Kremanın içinde bi de fıstık dolgusu saklamışlar iyice efsane olmuştu. Bu arada sadece tezgahtaki ürünler değil, ekmek üstü ya da kruvasanlı kahvaltı tabakları da var. 08.30-18.30 saatleri arasında her gün açık, öğleden sonra tezgahtaki ürünler tükenmeye yakın olduğundan erken saatlerde gitmenizi öneririm. Gelsomina’nın iç dekorasyonuna, rahat dingin ambiyansına bayıldığımı da söylemeden geçmek istemem. Emimim siz de çok seversiniz.

Signor Lievito: Burası yakın zamanlarda açılan Danimarka kökenli bir kahve & fırın. Yeni olsa da yerli halkın çoktan müdavim olduğu, oturmasa dahi fırın ürünlerini alıp yoluna devam ettiği bi mekan halini almış. Şehir merkezine uzak olsa da yaşam alanlarına yakın konumda olması da ilginin buraya çekilmesini sağlamış. Dışarıda açık alanda birkaç masası, içeride ise minimal ve sakin dekoruyla daha geniş bir oturma alanı var. Girişte sizi karşılayan fırın tezgahı sürekli yenilenen taze ürünlerle dolu. Danish roll, cinnamon roll, babka gibi ürünleri oldukça popüler. Zaten Kopenhag’da da en çok tercih edilen fırın grubuydu. Biz de fıstıklı, bademli gibi gözümüze güzel gelen ürünlerden seçtik açıkçası. Hepsi de çok lezzetli hamur ve malzemelerle birleştiği için bizi mutlu etti. Kahvesi de lezzetliydi.  Pazar ve pazartesi günleri kapalı olan Signor Lievito cumartesi günleri 08:00-13:30, diğer günler 08:00-18:00 saatleri arasında açık. Saat ilerledikçe ürün çeşidi ve sayısı azalacağı için benim tavsiyem mümkün olduğunca erken gitmeniz yönünde olur.

Eğer daha fazla günümüz olsaydı gitmek istediğim diğer mekanlar ise şöyleydi: Nowhere, Ofele, Tone, O:ops, Pave, Loste, Orsonero, Princi, Cucchi, Clivati. Kendi aradığınız özelliklere göre inceleyerek ilginizi çeken mekanı tercih etmenizi öneririm. Açılış kapanış saatlerine bakarak gerekliyse rezervasyon yaptırmayı da unutmayın.

Pizza: Milano’da pizza için tercih ettiğimiz mekan Giolina oldu. 2019 yılında açıldığında pizza ve kokteyl severleri odak alan bu mekan yine odağında pizza ile devam ediyor. Taş fırında pişen pizzalar Napoli usulünde hazırlanıp masanıza gelecek. Giolina aynı zamanda The Best Chef Awards tarafından belirlenen “Top 100 Pizza” listesinde 48.sırada yer alan bir pizzacı. Biz beş peynirli “evelina” ve markanın imza lezzeti olup ismiyle de taçlanan “giolina”yo tercih ettik. Giolina’daki patlıcan soslu pizza tabanı ve Evelina’daki peynir limon dengesi iki pizzayı da ekstra lezzetli hale getiren dokunuşlar olmuş bence. Mekanın dekorasyonu, enerjisi de çok keyifliydi. Hızlıca pizza yiyip kalkılacak bir mekan değil, daha uzun oturabileceğiniz şık bir İtalyan mutfağı burası. Her gün 12:30-15:00 / 19:30-00:00 arasında hizmet veriyorlar. Mutlaka rezervasyon yaptırıp gitmelisiniz.

Pizza kategorisinde listemde olan diğer mekanlar ise şöyle; Piz, Dry, Berbere, Marghe, Capuano’s. Konumu, menünün içeriği, pizzanın türü gibi kriterler seçim yapmanızı kolaylaştırabilir.

Geleneksel restoran: Uzun yıllardır Milano’da hizmet veren, gelenekse & lokal mekanlardan bir seçim yapmak istemiştim. Bu sebeple özellikle bulunduğu tarihi yapı ve avlusundan etkilenip beni kendine çeken Il Salumaio di Montenapoleone’yu tercih ettik. Ortamın sakinliği, şık ama bi yandan da cosy hali, çalışanların evine gelen misafiri ağırlar gibi hoş sohbeti, yardımseverliği derken biz memnun kaldık. Tarihi bir yapının avlusunda konumlanan bu restoranın tarihi 1957’lere dayanıyor. O zamanlar şarküteri olarak hizmet veriyorlarmış. Sonra o ürünler italyan mutfağındaki yerini almış, restorana evrilmiş. Şimdi de iç bölümde yine şarküteri kısmı var, gezip alışveriş yapabilirsiniz. Belki de şarküteriden gelen bir marka olduğunu bilip bu yönde seçimler yapmak en iyisi olurmuş. Daha et ağırlıklı, peynir odaklı mesela. Başlangıçlardan burrata istedik ve sanırım hayatımda yediğim en iyi burratayı yedim. Paylaşacağımızı söylediğimiz için servisi direkt böldüler o da güzel oldu. Daha sonra makarna & şarap ikilisiyle devam ettik. Mantarlı tagliolini ve ricotto dolgulu adaçaylı tortelloni aldık. Favorim tortelloni oldu aklım da bolonez sosluda kaldı. Ortamın sakinliği, şık ama bi yandan da cosy hali, çalışanların evine gelen misafiri ağırlar gibi hoş sohbeti, yardımseverliği ve yemeklerin lezzeti derken biz memnun kaldık. Her gün 09:00-22:30 saatleri arasında açık. Rezervasyon yaptırmayı unutmayın.

Dal Bolognese, Pasta d’Autore bu kategorideki diğer önerilerim.

Modern restoran: Geleneksel lezzetleri modernize eden şık bir İtalyan restoranı tercih etmek isteyip Stendhal Milano’yu seçtik. Stendhal, şehrin yeni gelişen moda ve sanatla da özdeşleşen Brera bölgesinde bulunuyor. Dışarıda ve içeride oturma alanları var. Havalar ısınınca dışarıda oturmak istersiniz biliyorum ama içeriye de mutlaka bakın. Koyu renklerin hakim olduğu tablolarla dolu sıcacık bir ortam yaratmışlar, biz çok sevdik. Mekanda öğle ve akşam yemeği menüsü bulunuyor. Ayrıca tadım menüleri, cuma akşamlarına özel ek menü, peynir tadım menüsü gibi farklılıklar da var. Başlangıçlardan ricotta peynirli kabak çiçeği dolması, ana yemeklerden de safranlı risotto ve dana pirzola tercih ettik. Safranlı risotto zaten “Risotto Alla Milanese” ismiyle öne çıkıyor birçok mekanda ve Milano’nun en ünlü yemeklerinden biri. Gittiğiniz mekanlarda denk gelirseniz denemenizi öneririm. Son bi not, mutlaka rezervasyon yaptırarak gitmeniz gerek. 12:30-14:30 ve 19:00-22:30 arasında hizmet veriyorlar.

Bir öğle yemeği için tercih etsek de akşam yemeği hatta kahvaltı seçenekleri de olan Lübar da bu kategoride iyi örneklerden. Neoklasik tarzda bir sarayın müze olarak hizmet verdiği tarihi yapının bir bölümünde bu müzeyi ve avlusunu gören manzarasıyla oldukça ilgi çekici olduğunu söyleyebilirim. Mekanın içindeki tarihi eserler korunmuş ve dekorasyon da buraya yakışır şekilde eserleri odak alarak kurgulanmış. Eğer bu ambiyansta oturmak isterseniz, ki çok öneririm, “18th Greenhouse” bölümünü seçmeniz gerek. Evet rezervasyon şart gibi bir şey, mutlaka önceden yaptırın. Menüsüne baktığımda içeriğindeki aperatif seçenekler daha çok ilgimi çektiğinden ve ambiyansını daha iyi anlamak da istediğimden öğlen atıştırması için geldik. Arancini ve pizzetta mozerella seçtik. Ardından da espresso ve mini cannolo ile devam ettik. Hem yediklerimiz hem ilgi alaka hem de ambiyans mutlu etti.

Bu konsepte uygun önerilerim Gloria Osteria, Trippa, Rovello 18 olacaktır.

Sokak Lezzeti: Milano’da 2 sokak lezzeti mekanı deneyimledim.

Luini ile başlayalım. Luini, Milano’nun en ünlü sokak yemeği noktası diyebilirim. Özellikle panzerotti ile ün salmış durumda. Panzerotti, bir çeşit hamur işi atıştırmalığı aslında, içi dolgulu pişi gibi de düşünebilirsiniz. İçlerine peynir, domates gibi malzemeler konularak hazırladıkları hamur kızartılıp fırınlanıyor. Sıcak şekilde servis ediliyor. Biz pratik bir kahvaltı üstü öğlen acıkınca yemiştik ama kahvaltı niyetine de olur. Peynirli ve klasik versiyonu denemenizi öneririm. Pazar günü hariç 10.00-20.00 saatleri arasında açık.

Denediğimiz diğer sokak lezzetiyse Floransa’nın meşhur sandviççisi All’Antico Vinaio oldu. İtalyan fırın ekmeği olan “Schiacciata” üzerine yapılan sandviçleriyle ünlü. Bu sandviçler peynir, jambon, sebzeler ve zeytinyağı gibi taze İtalyan malzemeleriyle hazırlanıyor. Dilerseniz menüden hazır sandviçleri seçebilir dilerseniz de kendiniz malzemeleri seçerek kendi sandviçinizi hazırlayabilirsiniz. Sandviçleri oldukça büyük, eğer çok aç değil ve denemek istiyorsanız 2 kişi için 1 sandviç alabilirsiniz ama başlı başına sabah ya da öğle öğünü de olabilir. Her gün 10.00-22.00 saatleri arasında açık. Burada sadviçinizi alıp hemen sokağın bitimindeki meydanda bulunan Chiesa di Sant’Alessandro’nunn merdivenlerinde oturarak yiyebilirsiniz.

Bar: Milano’ya gelmişken aperitivo deneyimi yaşamadan gitmek istemezdim. O yüzden şehrin en iyisi Camparino’yu tercih ettik. Ufak bir Campari bilgisi vereyim önce. 1860 yılında İtalya’da kurulan şirket, şu an dünyada premium alkollü içecekler konusunda en büyük altıncı şirket. Aperol, Wild Turkey, Skky Vodka, Campari gibi markalar gruba ait. Şirketin ana merkezi de Milano ve Camparino 2021’de Dünyanın en iyi 50 barı arasında gösterildi. Dolayısıyla heyecan aramaya gerek yok, aperitivo için buraya gelin direkt diyebilirim. Aperitivo’yu kısaca özetlemek gerekirse, genellikle saat 17:00’den sonra başlayan ve akşam yemeğine geçmeden önce içki ve hafif atıştırmalıkların keyfini çıkarmak için yaratılan fırsat diyebilirim. Genellikle hafif ve ferah içecekler tercih edilir, aperol spiritiz de bunların başında gelir. Biz de Aperol ve neredeyse zıttı olan Negroni seçimlerimizle İtalyanlar gibi yemek öncesi molası verdik. Bu sayedece bir içki içme deneyimi değil, aksine sosyalleşme, sohbet etme imkanı sunan bir zaman dilimi onlar için. Camparino da tam yollarının üzerinde durup aperol içip sohbet ettikleri bir nokta haline gelmiş. Çok merkezde bir mekan olmasına rağmen turistik değil oldukça lokal bir duraktı. Şık ve keyifli bir barda bu deneyimi yaşamanızı öneririm.

Kahve içtiğimiz Marchesi ya da Giacomo’yu akşam saatlerinde bar konseptinde seçimler yapmak için de tercih edebilirsiniz.

BONUS: COMO ROTASI

Milano’ya her gelenin uğradığı özellikle de yazın oldukça popüler olan rotalardan Como’ya birkaç saat ayırdık. Milano’nun kalabalığının yanında bu mevsimde Como sakinliğiyle bize iyi geldi.

Milano Central Station’dan kalkan trene bindikten 45 dk sonra Como’ya vardık. Tren saatlerine online bakıp, bileti online ya da gittiğinizde kiosk üzerinden alabilirsiniz. Bu arada yolculuk ücreti 5€. Trenden inmeniz gereken durak ise Como S. Giovanni, karışıklık olmasın.

Hiçbir plan yapmadan keyfinize göre yürüdüğünüzde her sokağı gezip tarihi birkaç noktayı görmüş olacaksınız. Como’yu sakince 3 saatte gezebilirsiniz. Biz herhangi bir yerde yeme & içme molası vermedik. Kahvaltı sonrası gidip Como’yu gezdik ve Milano’ya dönüp orada devam ettik güne ve oldukça yeterli oldu. Gezerken yine de birkaç önemli noktayı işaretlemek isteyenlere ise listem şöyle:

  • Chiesa Cattedrale di Como
  • Cattedrale di Como ~ Cattedrale di Santa Maria Assunta
  • Piazza Volta Como ~ Piazza Alessandro Volta
  • Piazza Cavour
  • Basilica di San Fedele

Bu seyahati eğer yaz döneminde planlıyorsanız ya da daha fazla gününüz varsa Como çevresindeki diğer kasabaları da görmek isteyebilirsiniz. Eğer böyle bir plan yaparsanız Milano > Como > Bellagio > Varenna > Milano şeklinde bir yol izleyebilirsiniz. Biz böylece plan yapmış ama gün sayımız azalınca sadece Como’yu görüp dönerek rotamıza devam etmiştik. Como çevresindeki kasabaları gösteren bir haritayı da bırakıyorum size, buradaki kaynaktan bu kasabalara giden vapur saatlerini, biletleri, güzergahı incelersiniz.

Kaynak: navigazionelaghi

Yaz döneminde buralara gitmek isteyen çok kişi olacağını, özellikle hafta sonuna denk gelen günleri bu nedenle tercih etmemeniz gerektiğini düşündüğümü de söylemeliyim. Ben uyarımı yapıyım gerisi sizde:D

İtalya’nın zarif şehri Milano, seni çok sevdim. Birkaç günde kendini bu kadar sevdirdiğin için teşekkür ederim, umarım bu rehberi okuyan herkesi aynı sevgiyle karşılarsın. Hepsi seni sevsin, benim gibi güzel bir pencereden görsün çok isterim. Hadi bakalım yap şovunu!

Bu rotadaki mekanlar

Bu rotadnın haritası